23 Ocak 2012 Pazartesi

RENKLERİNE KAVUŞMUŞ SURETLER : MİNJAE LEE

 Ne zaman keşfetmiştim hatırlamasam da, gördüğüm ilk anda vurulmuştum,onu çok net hatırlıyorum.Zaten bir eser,gördüğün ilk anda gözlerini kenetliyorsa, bitmeyen derinliğine  daldın ve oradan çıkamayacaksın demektir…



 Minjae Lee 1989 doğumlu, Güney Kore’li, çok genç bir sanatçı.Boyalarla,renklerle çok küçük yaşta haşır neşir olmuş.Sonrasında ilhamını insan yüz’ünden, haraketlerden ve renklerden bularak muhteşem illüstrasyonları ortaya çıkartmış.

    
                                           

 Çizdiği insan yüzlerinde öyle ifadeler yakalıyor ki,bakmaya doyamıyorsunuz.Dakikalarca, bir şeyler anlamaya çalışarak seyre dalıyorsunuz.Ve bu suretler, sizin asla yanına yakıştıramayacağınız renklerle öyle bir bütünlük içinde duruyor ki,o saatten sonra o renkler yokken eksiklermiş gibi hissetmeye başlıyorsunuz.Minjae Lee suretleri renklerine kavuşturarak onları tamamlıyor,hem de hiç beklenmedik seçimlerle.







 Bu şahane eserlerden daha fazlasını görebilmek için böyle buyrun. İnternet sitesini daha da güzel kılan bir yönü de fonda çalan şahane müzik.Jo-Yeong Wook müziğine benzetsem de henüz kime ait olduğunu çözebilmiş değilim.Ama dinlemeye başlayınca insanı hipnotize eden haliyle Minjae Lee'nin çalışmalarına çok güzel eşlik ettiğini söyleyebilirim.Belki onu da siz bana söylersiniz?


15 Ocak 2012 Pazar

BEŞ OKTAVLIK BİR SES: Yma Sumac'ın Özgürlüğü

Yma Sumac 1950'li yıllarda en parlak dönemini yaşamış tam beş oktavlık bir ses.İnka kızılderililerine özgü eski bir Peru müziğini icra etmiş,kendisi de Peru asıllı.Yaşı yetenler için en tanıdık parçası "Gopher" isimli mambo'su olsa gerek,çünkü 1980'lerin başındaki "Gülünüz Güldürünüz" isimli yetenek yarışmasının jenerik müziği olarak kullanılmış ve Öztürk Serengil bu şarkıda dans edermiş...

Beş oktavlık sesi ile beraber onu çekici kılan bir özelliği de hiç müzik eğitimi almamış olması.Hatta nota okumayı bile bilmediği rivayet edilir.Buna karşın sesini kendi geliştirdiği bir teknikle,en geniş kapasitesiyle ses dokusuna zarar vermeden kullanırmış.Hakkında pek çok başka söylenti de mevcut (İnka soyundan bir prenses olduğu,sonrasında bu hikayenin reklam için menajeri tarafından uydurulduğu,isminin aslında Amy Camus olduğu vs...).Aslına bakarsanız egzotik güzelliği ve tarzı, "sesini kullanma biçimi" ile birleşince yeterince dikkat çekici zaten, ki oynadığı filmlerde de bunu gözler önüne seriyor.Benim hayranlık duyma sebebim de bu aslında;yaptığı müziğin egzotik tarzı sesini o kadar çeşitli kullanmasına izin veriyor ki...Aklınıza gelebilecek (aslında aklınıza hiç gelmeyecek) en değişik sesleri, hem de müziğinin içinde,hem de "dinlenilebilir" kılarak,rahatça haykırıyor.Sizi bilmem ama ben başka bir örneğini görmedim.Dinlediğiniz şey bir arya değil,alışılagelmiş bir şarkı değil,muhteşem sesi ıspatlamaya adanmış bir gösteri değil;tamamen kendine özgü bir müzik...O kadar kendine özgü ki,kelimelerle ifade etmek zor...Göstermeyi denemeli;



Yanılmıyorsam Secret of the Incas (1954) filminden;


Hayranlık duyduğumuz seslerde, özellikle bizi kendine hayran bırakan şey pek çok notadan seslerini kullanmadaki özgürlükleri değil mi çoğu zaman?Ses renginin ötesinde "ses özgürlükleri"ni seviyoruz bence.Çünkü bazen en sevdiğiniz şarkıları bağıra bağıra söylemek istersiniz,ama bir de bakmışsınız sesiniz duvarlar örmüş!Dizeler arası özgürce dolaşmak varken,siz hep içten söylenen şarkılara mahkum...

Yma Sumac'ın özgürlüğü,ses özgürlüğü ne de güzel ve kıskanılası.Çünkü bazılarımızın dudakları mühürlü,sesleri hep içlerinde tutsak.Çünkü bazılarımız çığlık atmak ister bazen,belki inceden...belki bağıra bağıra...

9 Ocak 2012 Pazartesi

Profil Yazısı Niyetine...

Her kitabın bir "önsöz"ü olur ki yazar derdini anlatsın,okuyucu da elinde ne olduğunu,biraz sonra çevirmeye başlaycağı sayfalarda neyle karşılaşacağını bilsin,daha doğrusu bir fikir edinsin.Bloglar da bir "önsöz"le başlıyorlar mı,hiç bilmiyorum...Bu yazdıklarımdan önsöz olur mu onu da bilmiyorum.Zaten önemli de değil,neler saçmalıyorum...

İnsanlar bana bir blog açmamı söyledikleri zaman "ne hakkında olacak ki?" diye düşünüyordum,"sırf açmış olmak için blog açılmaz ki!"

Ben maymun iştahlı bir insanım,asla tek bir konuya yönelip geliştiremedim kendimi,hep her şeyden biraz istedim.Bir defasında kafam çok karışık olduğu için arkadaşıma dedim ki, "Kafamın içi aşure gibi,bir sürü şey var ama hiçbirinin bir diğeri ile ilgisi yok..."Arkadşım da bana dedi ki, "Ama sonuç olarak aşure olmuş işte,tatlı,fena mı?Aşure gibi kafan var,ne tatlı! :)" Niye mi bunu anlattım? Demem o ki,birbiri ile ilgisi olmayan şeyler bir araya gelince pek de fena olmayabilir.İşte bu blog da bana ait olduğuna göre,bu blog aşure gibi bir blog;biraz ondan,biraz bundan...